3 Ağustos 2007 Cuma

yeni sevdalar yazmak

yeni sevdalar yazmak

gölgeleri ıssız
gecelerde yürüdük
ne çok düşler kurduk
dağları indirip düze
yarin dudağından öptük
ince çekilmiş bir sızıydı ömrümüz
gönüllü yazıldık ölümün künyesine
kimse okumadı

zebani kargılarının ucunda
sallanırken fermanımız
yiğitlik olsun diye değil
bilsinler ansınlar diye değil
gözlerimiz aydınlık istediğinden
sabahlar yazdık
dağa taşa
duru akan sulara
ak köpüklerine dalgaların
bir biz okuduk
kimse okumadı.

şimdi anılarımızı okuyoruz kırgın
yeniden yazmak için sevdayı avuçlarımıza

önce sonra

önce

sesini duyuyorum
taze bir gül dokunuyor yüzüme
seninle uzak semtlere gidiyorum
bilmediğim sokaklardan geçiyorum
ayaklarımda bir çift kanat uçuyorum


sonra

yokluğun düşecek anlamsızlığın sokaklarına
ipi kesilmiş beynim eski bir uçurtma
rengi solmuş çatılarda
nasıl eskidik böyle daha şiirin bitmeden
sesin diken diken kulaklarımda

seni istiyorum

seni istiyorum


ne çok kadınlar geçiyor
sıcaklığı yakıcı ömrümün
ertelenmiş düşlerine kayıtlı
hepsi de güzel ve alımlı
sendelemesem işte bu kendime yazdığım

ben miyim takılan ayaklarıma
eprik kadınlar savrulmalı
kilitli anıların kuytularına
ben seni istiyorum
gözleri takılan belirsiz umutlarıma
kar taneleri düşüyor tek tek
yitirilmiş kırlarımda adak ağaçlarıma
hangisi sensin
ılık bir sonbahar başlayacak az sonra
deli bir fırtınaya düşebilirim çaresiz
üstelik gönüllü ve aptal
ben seni istiyorum

gizeminde yitmek
yenmek korkularını
kuşkularını kaldırmak dağlara
uzak mor gözerimlerine yazmak seni
bağlamak gizli koyaklarıma

bütün yıkıntılarımı temizledim
uzun uzun yıkadım yüreğimi
unuttum denize inmeyi bilmeyen bütün sokakları
kaldırımları eskimiş evlerin
soluk perdelerinde kalmadı gölgem
duvarlarındaki resimlerimi
ellerimle yırttım
kararttığım renklerimi yeniden kardım
ben seni istiyorum

deniz diplerinde deli gibi aradığım
gizemli istiridyem
ılık bir yaz akşamında bekliyorum kıyılarıma
usul muhabbet konuğum ol gönlümün rakılarına
ben seni istiyorum

sizsiz

sizsiz


uzun bir yola gidiyorum
hiç biriniz yoksunuz
safralarımdan arınmış
yasak koylara yüzen
umutları deniz
oltadan kurtulmuş
sarı kanat bir istavrit gönlüm
yeğni ve yeni bir yaşama adıyorum kendimi
hiç biriniz yoksunuz

neydi tutsaklıklarınız
sabah akşam
durmadan sen siz
şimdi yalnız ben
uzak ufuklara gidiyorum
yorgunluğunuz ve anlamsızlığınız gerilerde
hiç biriniz yoksunuz

yalnız

yalnız


şimdi denize fırlatılmış bir taş
başım. yalnız ve ağır
kurşun yutmuş anlamsız
bir gönül kırgınlığı zehirliyor dilimi

nasılsa yüzerim biliyor musun
yalnız da olsa kulaçlarım suları
bir yalı çapkını konar omzuma
terkedilmiş ağlara doldururum düşlerimi
nasılsa varırım yeni bir kıyıya.

bütün çakmaklarımı sana verdim
yansın şimdi çöplerin
senin yalnızlığın daha yeni başlıyor
kör olacak ellerin

lacivert

lacivert

kirletilmiş lacivert
suları savurup göklerine
kara gözlü bir pezevengin
kaldırım kırığı sivri burun bir züppe topuğu
usta ellerde çekilmiş
karanlık işliklerin talaşlarına karışmış
çırak çocukların yorgunluğu

mavi bulut

mavi bulut

uzak bir akşamın sabahında
uyandığında yapayalnız
ayrılık hüznü yaşlı bir şarkının eşliğinde
geldiğinde pencerene
mavi bir bulutun gülüşüyüm
merak etme
iyiyim

yaralarımı sarıyorum kıyılarında
yok olmuş kervanlardan arta kalan
bir avuç eski ve nemli tuz odalarımda
terli saçlarının kesik izleri tam ortasında yüzümün
bir düşü bölüştük
mutluluk yanılsamalarında yitirdik günleri
bütün aşkları andık durmadan
sevmek
ölmek
sensiz olmaz
yaşamaksa işte bu
falan

değişimi unuttuk
açık bir kitaptan bize gülen bir bilgenin
yüzüne vurduk yalancılığını
sıradan bir öyküye dönüştük
kitaplar yazmaz
hüznümüz kendimizde kaldı emanet

gördün işte bir mavi buluta dönüştüm.

yeniden yazıyorum seni

yeniden yazıyorum seni

durmadan siliyorum seni
önce ellerin çıkıyor aklımdan
becerikli beyazdılar
ve ne çok soğuktular
ne çok ısıtırdım öperdim
buz gibi gezinirlerdi gövdemde
ve sonra alnında iki damla ter

gözlerini nasıl sildim bilsen ağlarsın
iki kömür parçası
çizilmiş aklıma
iki mağara derin ve uzak
açık içimin sonsuzuna
sonra terkedilmiş iki kuyu
kurumuş suyu
sanki hiç olmadılar

nasıldın
görsem tanır mıyım
dalgalı saçların vardı
yüzün bir bebek
küçücük dudakların
ve ince çenen boynun
bir düş imgesiydin şimdi anımsamadığım

nasıl sildim seni anlatamam
rüzgara düşmüş bir fidandın yürürken
ince alımlı ve uzun
sarılırdım bıkmadan usanmadan
mutluluk olurdun sevinirdim
hangi öykümün güzeliydin yazamadığım

durmadan siliyorum seni
durmadan kanatıyorum kendimi
kırmızı bir çarpı atıyorum üzerine
sonra yeniden yazıyorum özenle
sen ne zaman benimleydin biliyor musun

resimlerini yırttım

önce resimlerini yırttım
sonra sesini sildim
hak edilmemiş aşklar
sıradan ve tek düze bir yaşam
kendini yok etmek nasıl
denedikçe yanılıyorsun

dönsen de olmaz
solmuş bir sevdanın
gülüsün sen
anladıkça bitiyorsun

yitik

yitik

yarım aşklar
düşleri ve yoğunluğu yitirilmiş

gizler
sorular
rengi solmuşsa sevdanın
ayrılık zamanıdır usulca söyle yüreğine

dimdik ve açık ol
anlamsız bilmemelerin
ya seversin gönülden
ya da salt dişi
mart delisi kızışmış bir kedi
korkuların ilkel dürtülerin
gelenekler çevre aile
daha neler
mutluluğuna sonsuzluk mu yazıyorlar
alnına bilisiz kalemleri ellerin
yüreklice sor
kim kimin adına yaşamışsevda kutsal bir suydu ellerimde
iki yudumda kesildi soluğun
ne çabuk soldurdun gözlerimi
şimdi bir avuç tozsun
kendi rüzgarında savrulmuş
istesem de artık yoksun
sürüye sıraya yazdım adını

unutma

unutma

ne çok uzaklardasın
ve ne çok yakında
seninle yazılan bütün şiirler
ve resimler
şarap tadında
sensiz boyanmış unutma

geceyi hançerlediğim
bir filmin ortaklığında.
aynı sözlere
aynı yüzlere gülüyoruz
iyi ki gülüyorsun
gülmeyi unutma
ayrılık hüznü
yapıştırıldığında gözlerine
aya bak ağla
aynaya bak ağla
ağlamayı unutma

ben seni eski yırtık bir fotoğraf gibi
taktıkça yakama
düş yakamdan gül
düş yakamdan ağla
düşlerimi yak ama unutma

zor

zor

çorabın dikişi
ince bir bıçak Bursa işi
gece yarıları çekilmiş usul ince
kağıt yüzlü
süzgün gözlü kızların elinde
evden kaçma ve koca düşleri karışık makinelerin
yorgunluğu sinmiş ipleri
işliyor tenime

geçmişin borcunu ödüyorum

geçmişin borcunu ödüyorum

uzak bir gecedesin
dar sokaklarında yaşlı gazi
yokuşu dağlı Ay ayaz
Bursa çağrışımlı
eski kapılarında el izlerin
işlevini yitirmiş kör
ve salt beyaz

yaralı parmaklara işeyenler
ak gömlekleriyle sıraya girer
bir tırnak yitirmedeki hüznün
bir insanı yitirmekten çoksa
görüntünün boşluğuna tutunanlar içindir
uzak kentlerin kliniklerinde bekleyenler

çapın yetmez taşımaya
sevgiden taşan bir yüreği
unuttuğun vazolarda solar gülün
buruk bir ocak ikindisinde
çirkin bir sesle bölünür ömrün

anahtarların yorgun
kilidin kırık ve ıslak
havada pis bir mart
baca artığı linyit kokusu
kükürt acısı sıvanan
şişelerinden sürülen
az ısırılmış boynuna
güneyli kilimlerin üzerinde
rengi uçuk çizgilere karışan
bungunluğun da satılık
ödenmiş faturaların
terkedilmiş bir kadının
soğuk yatağında
yitirilen değerlerin bedeli
al ve harca
yaşam senin bırak girsinler koynuna

bahtı açık
içi yanık
uzun bacaklı bir kediydin
ansızın kesildi sesin
Thkyke’ye kurban edildin
nasıl bilesin
kanına girdiğini annenin
anaç kadınlar örgüleri ve günleri
çocukların maşallahı var
aile kutsal
ve okey akıllı öğretmenlerin
odalarında yazıldı sansan da kaderin
kıt akıllı kızların
elleri Maraş geceleri kadar serin

bilinç/sizlik olursa
gururun yırtık bir don
sıkılmış atılmış
bilinmez odalardan iniş yokuş sokaklara
itiş kakış geçmiş/ini
düşsüz düzüşlü günlerinin

adı sıraya yazılan kız
kesme taş avluların çığlıkları
susar yüksek duvarların ardında
namus masallarında
nasılsa karşılıksız
aşkın adı yalan
sevişmeler mi aslolan
kapı arkalarında
gidip gelmesi kostak kösnül
gece kırığı toy tayların
kız kısrak ahmaklığın
her an açılmaya yatkın
ürpertili bacaklarında izleri
yapış yapış yeni aşkın

yılışık ve kalkık nice beylerin
dökülür testilerinden
şarap rengi kanın
zil zurna keyiften Dionysos
ihanete adanmış günlerin
acısı anlamsız
karışık ve kararsız düşlerin tutsaklığında
gözlerin ağlamak için yalnız







Belkıs’ın çeyizleri
eski sevgilinin çöpleri
sıkı sıkıya kilitlenmiş
kübbiyesiz uzak evlerin sandıklarında


tezgah arkalarında kurulan imgelerin
açılacak
rulet masalarında
hangi pokere rest
hangi makama rast
kalın perdelerin arkasına takılan inlemelerin

Fırat’ın sesini kim duysa anlar
uzak akan bir yıkıntısın anılarda
yok oluşunun şiiri kazılan armağanlarına

ikilem

ikilem

dolmuşlara binme
yolda yürüme
kimseye gülme
görmesinler güzelliğini
sana bakan camlar
kırık.
konuşan diller kesik olsun

her dolmuşa bin
her yüze gül
bütün yollarda salın
görsünler içini dışını
sana bakan camlar
vitrin
konuşan diller bitirim olsun
kırılsın bütün parmakların

aşktan anlamaz

aşktan anlamaz

1
aşktan anlamaz devlet
için yansa vız gelir yasalara
karanlık ormanlardan geçer yolların
izin kalmaz tuzlu
kuru kırlarında atlasın
üzerimden geçtiğin tenimdir bilseydin

2
kuş kanadı kara tekerler
bakmaz gözünün yaşına
döner sararak özlemlerimizi sandığım
bir boşluk sardığın
beynimde boşuna büyüttüğüm
senin için koparılmış bir çiçeğin hüznü
sarar geçtiğin yolları
sağır yüreğin duymaz

denek taşı ayrılıklar

denek taşı ayrılıklar

sesin kırık
ne desem
ne sorsam
ulaşmaz dağların ardına.
teller üşür buz keser yansıtıcılar
kuşkucu bir uydu geçer tepemden

sesin kırık
uzak kentler karanlık
can sıkıntısı
çekilir perdelerin
eski evlerin sessiz duvarlarına
siner tedirginlikler
çöker odalara
yitik bir anı olmanın sancısı


sesin kırık
sevda bilmez
yaban eller göz düşürürler
söz taşırlar kara dilliler
sığ sevdalar bulanır
karışır körfezin kıyısında bir koca okyanus

sesin kırık
hesapları ve vicdanı karışık
defterinde
bir harfi bile silinmişse adımın
ateşler silgiler jiletler
son armağanım
yak kazı yırt kanat
aklım ermez bilinmezliklere

sesin kırık
renkli bir tabut umutlarında
kanım yazılı ellerin anlamsız
düşsüz geleceğin bıçakları uzaklar
sevmek ve yanılmak
kuru güller dökülsün avuçlarına

ayrılık hüznümü çiziyor

ayrılık hüznümü çiziyor

yüzüme dokunuyorum
yüzün geliyor elime
gömleklerimin hepsi senin
saçların çıkıyor ceplerimden
kokun sinmiş tenime

bütün sorularım senin için
susuyorsun
bir soru
soruyorsun
bir soru daha
arasam mutsuzsun
aramasam tedirgin
bir soru daha
meraktan ölmek ne demek biliyor musun
yanıtladıkça tükeniyorsun

özlemini imgende gidermek
seviniyor gözlerim
resimlerinde ne güzel gülüyorsun

deli gibi sesini istiyor kulaklarım
sesin bozuluyor
anlamıyorsun
demek bu denli belirsiz
bilmiyorsun demek
siliyorsan beni
tanıdık bir bıçak kesiyor tellerimi

alıştırmalıyım bütün hücrelerimi
beynim
ellerim
kazağım gömleğim
alıştırmalıyım kendimi

sen böyle anlamsız olamazsın

belleğini yitirmiş bir ülkenin kentlerinden

belleğini yitirmiş bir ülkenin kentlerinden


yarım uykulardan sersem
düşlerimi yoramam.
sabahlar hep sisli puslu,
aydınlatmıyor kör kentlerin
ihanete yatmış kuytularını
sidik kokuyor sokaklar

son model bir hayasızlık
dökerek pisliklerini
ellerini siliyor durmadan
tutup kolundan kalabalık caddelere
izbelere, ışıklara ve tacize
tecavüze fırlattığı çocukların
kağıt mendillerine

hangi yazı okunmaz
hangi resim bakılmaz
nasıl anlatır susturulmuş
yasal namussuzlukların hesabını
habersizlere sormaktır teamül.

ve tekmil tinerciler taşır
bütün cinayetlerin ve zinaların
baş döndüren günahını
oluklu mukavvalara bastırılmış
üşümenin ve terlemenin her gecelik,
koyun koyuna yalnızlığında.
kara sivri burunlu bir ayakkabının burnunda
gelir sabahlar
kalkın lan sabah oldu

lağımlar gürleyerek akar
kontaklar çevrilir uğuldar kent
yiter yansımalar kirli sularda
yarım uykulardan sersem

özlemin pas tutuyor

özlemin pas tutuyor


baksalar canım acır
baksan ölürüm

bu derdi derunum kanatır
geç bir sevdanın
genç ellerine düşmüş yüreğimi.
onluk çivilere gerilirim
her yanım yanık.

İnsan gibi sevsem olmaz haddelerden geçerim
ak korlar içerim ak ellerinden
punto çekiç çelik kalem
bırakırım kendimi
sıcaklığında erir bedenim

ben bir demir heykelim
yüreğinin tam ortasında
kazınmış kara katran
kömür gözlerin
sesin dillerin
çakılı aklıma
yer yarılsa kıpırdamaz tenim

baksalar irkilir
baksan ölür yıkılır devrilirim
hurdaya çıkar demir yüreğim
ellerin gitmesin üstümden

gökyüzü inceliğinde günler

gökyüzü inceliğinde günler

karanlıklar saydam
gökyüzü inceliğinde günler.
fırtına da çıkabilir
ansızın dökülebilir maviler

göz kapaklarımdan akan
odalar dolusu ter bir yaz
akşamdan kalan esrik eksik düşler
bulaşır deniz kıyılarının ağ izlerine

nerelerdesin bilebilsem
deli bir yel eser
çiçek açar geceler
anılarım dökülür ceplerimden
masmavi bir tan atar
aklımın uzak denizlerinde

cinayetim olursun

cinayetim olursun

gelmezsen cinayetim olursun
gece yarıları yapayalnızlıkta
adını yazdığım tek kurşunda
kabzası ve namlusu beynime kazınmış
sevdadan yitik
eski bir süvarinin beylik tabancasındaki
kovanı paslı bir mermi patlar
cinayetim olursun
kurşun geçmez gecelerde

kumsandın

kumsandın

kumsun
ocaklarımda
istersen erirsen cam
istemezsen
içi boşalmış eski bir şişe
üzerinde tarihleri
şarap tadında günlerimizin
yarısı yırtık etiketin kıyısında kalmış
son parmak izin

kumsun
kıyılarımda
bir kırık şişenin yansımasında
sevişmelerimizin tuzu yakıyor gözlerimi
ne çok erim
anıların tortusu
izlerim
dövünür dururum çakıllarında

kumum

kumum

ellerinde
istersen ışıltılı bir deniz parçası
incisi istiridye dudaklarının

yoksan
çöllerinde
çok ve yalnız
sürgün bir dervişin çaresizliğinde

fırtınalarına düştüm
ne gelir elimden
savursan toz
tutsan cam
kırılgan saydam ocaklarında

killerine kat pişir
odalarında sonsuz bir heykel
sevinçli ve hep yarım özleminden

direngen bir yabancı
dizinin dibinde
döküm artığı başının belası
tutkunu ellerinin kanatmaya hazır
kristal bir bıçak bileklerinde

kumum avuçla savur kör göklerine

seni yaşamak

seni yaşamak

aysız gecelerimde
büyüyor gözlerin
hangi yıldıza baksam
sen

sürüsünü yitirmiş
yaşlı bir çoban
geçiyor yanımdan
uzak çan seslerini
sürüyor
ayakları
böcekler kuytularda
eski bir şarkının esrimesinde

denizlerden dağlardan
gelen
yelin
usul ıslığı
okşuyor saçlarımı
serin
ellerin
geçiyor yüzümden.

tan sevdam

tan sevdam

baştan ayağa çiçek bir ağacın
taze sürgünlerini okşuyorum
genişliyor göğsüm
derin bir soluk alıyorum

mutluluk
tan ağardığında açan
saklı koparılmış kızıl güllerin ışıltısında
bir çiğ tanesi.
dokunsam bulut.

tam
şuramda
sabah kahvesi sıcaklığında sevdanın kokusu sinmiş
köpüklü bir denizin kucağındayım
yorgun ve mülteci
yeni ülkelerin kaçak koylarına demirli

yoksan

yoksan

günlerimizi damıtıp
anıların imbiğinden
sırılsıklam ter
sırılsıklam sevda
geçen gecelerden

sesin yüzün tenin
sinmiş her yanıma
ölsem silinmez

yoksan
yitik bir enik gezinir gövdemde
büyür özlemin
ellerimi kenetler öper koklarım
açsam avuçlarımı
gökler ağlar yalnızlığıma
üşümüş bir bulut geçer gözlerimden

doğa

doğa

bulutsun başımda
seninle gök parçası gönlüm
gövdem uçarı
gelsen ebem kuşağı
gitsen yağmur

yaşamak yeniden

yaşamak yeniden

üşümüşüm donacağım
ıssız karlı bir yoldayım yapayalnız
karanlık ve kurtlar
ve uğultusu çürümüş ağaçların
sonra bir tan ılıklığı
ve gözlerin geçer gözlerimden

yitik ve yabancıyım bütün kentlerde
sokaklarda düş leşleri
tek sözcüğü anlaşılmıyor sözlerimin
yıkılmış bütün evlerin bacaları
uyuz bir kedi geçiyor sürünerek yanımdan
umutsuz gözleri çocukların
çığlıklarla bıçaklıyor
yüreğimi karanlık sokaklar
sonra bir ışık
ve ellerin geçer yüzümden

uzak denizlerdeyim
bütün halatlarım kopmuş
yıkılmış bütün direklerim
fırtınalar içindeyim
sürüklenirim umarsız
sonra bir kuş konar omzuma
ve tenin geçer tenimden
ısınır içim

uyku susuzluk

uyku susuzluk

usulca kayar yeni ay
sürünür gece
uykusuz göz kapaklarıma
gerinir kuytularda ağaçlar
ürkek bir kuş öter
düşer ay körfezin ucuna

hüzünlü türküler dökünür
yunar arınırım akşamdan sabaha
“Gonca güller gibisin”
sen baharın yek gülüsün”

çok uzaklarda horozlar öter
sabah trenlerinde yankılanır sesleri
telaşla ürkütürüm kuşları
değer yüzüme tan elleri
kapanır akşam sefaları
bir gonca açar senin için
ağarır yüreğim

sabah

sabah

birazdan geleceksin

saat on bir
gelmedin
yitik bir çocuk ağlıyor içimde
hüzün sarıyor her yanımı

saat on bir on
ıslak bir kedi yavrusu geçiyor kapımdan
titriyorum

saat on bir yirmi
camlarda büyüyor gözlerim

on bir yirmi beş
geldin
sabah
sevinçle uyanıyorum yeni güne

sana sarılırım

sana sarılırım


bir düdük sesi
beş sesli bir intikam
sığlığın ve acımasızlığın
sert sıkı botları altında gelecek
koparılan çiçekler yiten umutlar
yıkılan değerler uzak bir duvarın kalıntılarında
dümdüz bir dünyaya sarılır yeşil kuşaklar
ben sana uysal ve esmer

köylere iner kurt kuyruğu karanlık
tütmeyen bacaları ısırır aç baykuşlar
kurumuş tarlaları sarar sarı dikenler
meyveler dalında çürür
doğmaz artık çocuklar
uzun bir göç kurulur
dağ ova deniz
yaylalar düşe döner kentlerin izbelerinde
ben sana sarılırım

aşksız ve ıssız pencerelere düşer kentler
güvercin akşamlara sokulur yılanlar
sular camilere akar
tertemiz cenazeler kalkar ikindilere
gizlenir günahlar
sıkı sarılmış çarşaflara
dönerim sırtımı kirletilmiş sokaklara
sıkıca sarılırım sana

yenisi

yenisi

utangaçlığının
pembe gülleri dokundu
dikensiz mi
usul mu
umut mu
ışıklı gözleri

sevdanın uzak yamaçları
düştü kıyılarıma
yürek bu yanmak ve çarpmak için
sevinçten açılmış bir yelken rüzgara


sıcak bir gecede
elim erken doğmuş ayda
gölgeli dağların göğsünde başım
yakın bir yıldızı öperim
deryaya düşer güllerim

serin bir yel eser
bir ceylanın ürkek ışıltılı gözleri
ısıtır içimi
sarıldıkça sen
hep sabah olur
sıcak bir kutup yazına göçer aklım
gül sağanakları başlar
güle döner bütün sular
yeniden başlar esrikliğim

ırak

ırak

binlerce yıldır geliyorlar
eskidi kapılarımız
topraklarımız çöl

hep deliler ve despotlar
kılıçları bıçakları topları ve uçakları
soydan kan emici ve arsız


Fırat ve Dicle
suladı bütün çanak çömleklerimizi
ölülerimizi yıkadık
ithal ve emanet bezlere sardık
çöle inen günlerin ikindisinde Babil
Şadd-ül Arap kan aktı ömrümüz

kara gözlü kızlarımız
kan çanağı gözlerle izlediler yıldız kaymalarını
suyun kenarına geldiğinde yılanlar
çekilmiş bir yay gibiydiler
kısrak ve yeğni
kimse dinlemedi
üstlerine indiğinde uzak batıdan
kişnek bir at siniri ve sırıtkan sığır
angloamerikan dişleri

sarı irin bağladı aysız geceler
kum fırtınalarında kırıldı develer
saraylar ve saraylar
bize neydi iki kral artığından
derimizi gerip sofralarına tuz bastılar
tepindiler
petroldü kanımız
kan paramız
canımız
gaz benzin mazot
aktık durduk Basra’ya
düşlerimiz kadar uzaklara
yabanın bombaları patladı tepemizde
akıllı akılsız
önce aç bırakıp sonra doyurdular
döve döve demokrat olduğumuz
anlaşılsın diye
kan işettiler
akrepler sardılar yaralarımıza
kuduz köpekler her yanımız
tutmasa da kolumuz kanadımız
bir yanımız umut bir yanımız

dilek

dilek

dünya
öyle çaresiz boşlukta
başım
koparılmış dalından bir uzay parçası

kasalarınız para
ölü teninden
aç çocukların çalınmış canı zamansız
yoksul kanından mistik bir ölüm yemyeşili
serip üstümüze ezdiğiniz

bahar dalları açacaktık
çiçek olacaktı dağlar
denizlerim düş mavisi
pis ellerinizde kaldı yakamız

gaflet ve delaletiniz sonunuz olsun